Sayfalar

1 Mayıs 2014 Perşembe

Sabiha Tansuğ Kültür Evi- Butik Müze


Sabiha Tansuğ Kültür Evi- Butik Müze

İstanbul çok acayip bir yer :) Benim kadar gezmeyi seven birini bile her an şaşırtabilecek sürprizler var burada. Nereden neyin çıkacağı belli olmadığından en iyisi kendinizi tesadüflere bırakmak…

İşte son keşfim: Türk kıyafet ve başlıklarının yer aldığı bir butik müze: Sabiha Tansuğ Kültür Evi... Yeri ise Mecidiyeköy Ortaklar girişinde.


Bu sergi, eski gazeteci ve araştırmacı Sabiha Tansuğ’un kişisel koleksiyondan oluşuyor, yeri Ortaklar Caddesinde bir apartmanın en üst katında. Elinizi kolunuzu sallayarak gidemiyorsunuz. Ancak bir gün önceden arayıp haber verirseniz, sizi güleryüzlü iki kişinin karşılayacağına emin olabilirsiniz: Sabiha Hanım ve Ayhan Kaptan. Tümüyle kişisel imkanlarla hazırlanmış bu butik müzeyi, onlarsız gezmenin de bir tadı olmazdı zaten. Kıyafetlere bakıp geçerdik, halbuki hikayelerini duyunca hayranlık duygusuyla doluyorsunuz.

Eski Türk kültürüne ve kıyafetlerine meraklı olanlar, kültür değişimimizi kıyafetler üzerinden takip etmek isteyenler, modaseverler… Hiç vakit kaybetmeyin ve burayı görün.

Benim nasıl haberim oldu derseniz... Almanya'dan gelen misafirlerim, İstanbul’a geldiklerinde orayı görmek istediklerini söylediler. Onlar söylemese asla bulamazdım zaten. Sabiha Hanım’ın numarasını buldum, aradım, randevu aldım ve misafirlerimle beraber, güneşli bir İstanbul sabahı yola koyuldum. 

Önce size Sabiha Hanım'dan biraz bahsedeyim, sonra da onun anlattığı konular içinde aklımda kalanlardan...



Sabiha Hanım, Yunanistan Gümülcine doğumlu bir Türk, mübadalede değiş-tokuş yapılmayan, İstanbul Rumlarına karşılık Yunanistan'da kalması kabul edilen 10.000 kişiden biri. Ancak 2.Dünya Savaşı çıkınca ve Almanlar ilerleyince, 1941'de zorunlu olarak Türkiye'ye göç etmek zorunda kalırlar. Aile, Ege'ye yerleşir. Bu göçten ötürü epey yokluk çekerler. Sabiha Hanım, o zaman 8 yaşında sarışın mavi gözlü küçük bir kızdır ve okuldaki diğer çocuklardan görünüm olarak çok farklıdır... Bir gün okul müsameresinde Eğribaş adı verilen bir gelin başlığı giydirilir, ona çok yakışan bu başlığı Sabiha Hanım çok sever. Annesine göstermek ister ama o zamanın imkan(sızlık)ları nedeniyle bu başlıkla bir fotoğrafı bile olamaz. Bu anı, onun yıllar sonra bu işe gönül vermesinin ilk noktasını oluşturur.
SabihaTansuğ'nun çocukluk anılarını süsleyen Eğribaş Gelin Başı (Ege)
Daha sonra Kız Teknik Enstitüsünde okur. Müzede gördüğümüz dikiş makinasıyla yıllarca şapka, porselen bebek elbisesi diker. Bir yandan da gazeteci olarak görev yapar. Sonradan eşi olacak gazeteci meslektaşı Haluk Tansuğ (ki kendisi Osmanlı ailesinden gelen bir beyefendiymiş,Osmanlı'nın Mısır Valisi dedesiymiş) ile gazete yazıları için Türkiye'yi dolaşırken görev arabaları Milas'ta bozulur. Köy kahvesine girerler ve Sabiha Hanım yıllar öncesinden hatıralarında kalan o Eğribaş başlığının hala kullanılıp kullanılmadığını sorar. O başlığı bulur ve satın alır. Ondan sonraki hayatı, Anadolu'da hızla yok olan bu kültürü henüz kaybetmeden bulmak ve toplamak tutkusu ile şekillenir.
Pierre Loti kahvesini de 1964-1979 yılları arasında işleten Sabiha Tansuğ'nun hayatı bir romana eşdeğer diyebilirim. 1970'lerde 50 kuruşların üzerine Sabiha Hanım'ın portresi basılır. Bu, onun hayatındaki en gurur verici olaylardan biri olur.
Sabiha Hanım topladığı giysi koleksiyonlarını, yine 1970li yıllarda Japonya'ya götürür. Sergi büyük bir ses getirir, Sabiha Hanım ve eşi, İmparator nezdinde ağırlanır. Japonyanın en ünlü giysi araştırmacılarıyla çalışması sağlanır. Sabiha Hanım'ın yazdığı onlarca makale ve yazıyı, duvarlardaki THY Skylife'ın ve Cornucopia dergilerinin sayfalarında bulmak mümkün...

Sağdaki bir Alevi Gelini, yanındaki hanım ise yengesi. Gelinin duvağı yedi renkten oluşuyor, gökkuşağı gibi. Yanlarında duran bayrak ise yine 7 renkli ve düğün evine takılıyor. Yengenin başı bağlı, uzun bir yeşil duvağı var. "Başı bağlı", yani evli terimi buradan geliyormuş. Kıyafetler, Şaman kültürünü yansıtıyor. Hala Anadolu'da bazı Alevi köylerinde benzer kıyafetleri bulmak mümkünmüş.


Bu hanımlar yerleşik ve şehirliymiş. Neden derseniz... Kıyafetleri, ata binmeye veya fonksiyonel bir iş yapmaya hiç uygun değil. Ayakkabıları çok narin. Şalvarları o kadar büyük ki, kıvırıp beline sıkıştırmak zorunda kalmış. Bu tarz yandan, beline sıkıştırma, Romalılardan kalma kültürün bir devamıymış.


Bu çift bir Yörük çifti. Kıyafetleri neredeyse unisex. Birbirine çok benziyor ve ilikli düğmeli. Yani epey fonksiyonel. Şalvarları ata binmeye musait. Göçmen insanlar.

Dünyada bugün bile 3 çeşit giyim varmış:
1-Sarma giyim: Bugün Hintlilerin kullandığı gibi
2-Bağcıklı giyim: Romalılar, Yunanlılar ve Arapların kullandığı. Bizde, eski Anadolu'da, yerleşik kültürdeki şehirlilerin kıyafetleri. Kıyafetler büzülerek sabitleniyor.
3-İlikli düğmeli giyim: Nomadların, yani göçmenlerin giyimi. Fonksiyonel. Bugün modern dünyada neredeyse hepimizin kullandığı tarz. Pantalonlar, fermuarlar, düğmeler...

Bu köylü kızında karışık bir stil var. Üstü bağcıklı, altı şalvar. Yani üstünde bağcıklı yerleşik şehir giyimi varken, altında göçmen kıyafeti olan kullanışlı bir şalvar var. Farklı tarzların birbirine karıştığının simgesi.


İstanbul'da bayanların kullandığı "şapkalar" daha doğrusu yoşmaklar.Oyalarla süslü bu rengarenk yoşmaklar, evde giyiliyormuş, sokağa çıkarken kapanılıyor.



Bu da erkek başlığı. Yine İstanbullu bir erkeğe ait.
Şehirde, varlıklı bir aile yemek yiyor. Kaşıklar, kaplumbağa kabuğundan. Sini, yuvarlak. Soba yuvarlak, tabaklar yuvarlak... Duvardaki desenler de... Sabiha Hanım, Eski Türklerin güneşe taptığını ve güneşin kutsallığı nedeniyle, kültürümüzde dairesel formların hakim olduğunu anlatıyor bize... Sini, bir nevi güneş gibi parlıyor.






















İstanbul'da şehili bir kadın ve erkek. Kıyafetleri yine birbirinin aynısı. Eskiden kültürümüzde sadece kıyafetler değil, kadın ve erkeğin toplumdaki yeri de aynıymış. Halk danslarımızın beraber oynanıyor olması aslında bunu bizlere kanıtlıyor.


Misafir ağırlama
Bir misafir töreni. Oturan hanım, misafir. Küçük "kadın nargilesi"nden içiyor. Diğer 3 kişi ise ona hizmet ediyor. Hizmetkarlardan biri sadece tepsiyi tutuyor, biri kahve cezvesini, en sağdaki ise kahveyi boş fincana doldurup ikram ediyor. 

Hizmetkarların manşetlerine dikkat ederseniz, düğmeyle bağlı olduğunu görürsünüz. İş yaparken takılmaması gerekiyor. Misafirin ise manşeti yarık ve abartılı, uzun... Osmanlıyı anlatan dönem dizilerinde de görüyoruz, abartılı, uzun manşetler, evin hanımlarının kıyafetlerinde bulunuyor. 


Farklı örtünmeler

Bunlarda Osmanlı'daki farklı örtünmeler... 

Kırmızı olan ferace. Kadını oldukça güzel gösterdiği düşünülünce bu giyim bırakılmış ve başka örtünmeler benimsenmiş.
Ferace
Soldaki çarşaf, Nazım Hikmet'in babaannesine ait. Sarmalı giyim, yani Hint usulu bir giyim. Şehirli zengin kadın asla siyah giymezmiş, o yüzden bu çarşaf da beyaz ipek üzerine gerçek altın sırmalardan oluşuyor.
Nazım Hikmet'in babaanesinin çarşafı (sağda)
Alt soldaki çarşaf, İstanbul hanımefendilerinin batı giyimine benzeyerek oluşturdukları bir tarzmış. Başörtüsünü arkadan fiyonkla bağlayıp saçlarının yarısını açıkta bırakıyorlarmış. Etek de geç 19.yy Avrupa modasının bir örneğiymiş. Yani bir nevi "yasak deliyorlarmış". Daha sonra erkek ahalinin şikayeti üzerine padişah bu giyimi yasaklamış ve bu sefer, resmin sağında gördüğünüz Şam usulü Maşlah'a geçilmiş. Maşlah, kolay bulunan ve giyilen bir kıyafet olduğundan şehirlerde ve köylerde yaygınlaşması kolay olmuş. Sergide bulunan Maşlah, Sabiha Hanımın kayınvalidesine ait.
Cumhuriyet öncesi, Batı usulü moda ve maşlah

Sergiye ait küçük gezimiz burada bitiyor. Devamını orada görebilirsiniz.

Bundan sonrası için... Ben bile bu sergiyi tesadüfen bulduysam pek çok kişinin de aynı derecede, böyle bir hazineden habersiz olduğuna eminim. Bu sergi ve en önemlisi altında yatan onca bilgi ve araştırma, geniş kitlelere ulaşmazsa bu, ülkemiz adına çok büyük bir kayıp olur. Onca bilgi, ve toplanmış tarihi eserin korunması, Sabiha Hanım'ın ömrüyle sınırlı kalır.

O nedenle bu yazıyı okuyan herkese bir gün yarım saatlerini ayırıp orayı gezmelerini tavsiye ediyorum. Duyduklarınız ve gördüklerinizle beraber, bu geziden pişman olmayacaksınız, eminim. Şimdiden iyi gezmeler... :)
Misafirlerim ve ben... En sağdaki hanım, Sabiha Tansuğ


7 yorum:

Null dedi ki...

Güzel bir paylaşım İrem Hanım.
Tesekkur ederiz.

Adsız dedi ki...

harika yazi, ellerinize saglik.

Unknown dedi ki...

Ama biz telefonunu nereden bulacağız

Ambadoro dedi ki...

Merhabalar,
Müzeyi ziyaret için 1-2 gün önceden telefonla aramanız yeterli: 0212 2179006. Yeri Ortaklar caddesinin hemen girişinde. Ortaklar cad. No: 4 D:19.
Müze yaz nedeniyle kapalıymış. Ekim ortasında açılacakmış.Sonbahar'da mutlaka gezmeniz dileğiyle...

Emel Tüzgen dedi ki...

İremcim yazın harika olmuş, ellerine sağlık. Bütün hikayeyi detaylı bir şekilde aktarmışsın.
Hiç tanımadığım değerli bir insanı sayende tanımış oldum. Bir gün fırsatım olursa müzeyi de gezmeyi çok isterim. Belki bana eşlik edersin :)
Tekrar eline sağlık diyor ve teşekkür ediyorum.
Sevgiler,

nuray dedi ki...

Sevgili İrem hanım merhaba,
Sabiha hanım ile ilgili bilgi araştırırken bloğunuzu buldum, çok detaylı ve değerli Bilgiler paylaşmışsınız, sonsuz teşekkürler..
KTYÖ Okulu mezunu arkadaşlarımla da bu güzel bilgileri paylaşacağım..
....ve ilk fırsatta İstanbul'daki sınıf arkadaşlarımla bu çok özel müzeye bir ziyaret planlayacağım..
Kucak dolusu sevgilerimle....

Unknown dedi ki...

Hayran oldum..emeklerinize saglık

Yorum Gönder