Sayfalar

Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Nisan 2013 Perşembe

Les Miserables-2012


Sefiller son dönemde izlediğim filmlerden en güzeli. Açıkçası sıkılabileceğimi düşünerek gitmiştim ama yanılmışım. Müzikal tarzında olması tüm filmi akıcı kılıyor ve zamanın farkına varmadan soluksuz izlemenizi sağlıyor. Hugh Jackman’e zaten hayranım ama yine hayran kaldım. Star oyuncular olmalarına karşın Anne Hathaway’in de Helena Bohem Carter’in de rolleri oldukça kısa.

Film, 19.yüzyıl Fransa’sında ekmek çaldığı için ağır hüküm alan Jean Valjean’ın cezası bittiğinde şartlı tahliyesinden kaçmasını konu alıyor. Hayatı boyunca hep kaçmak zorunda olacak Jean Valjean, fedakarlık ve iyiliğiyle kalplerimize taht kuruyor. Film ikinci yarıda bizi 1832 Fransa Temmuz İsyanına götürüyor ve müzikle etkisi artan bir sosyal kesit sunuyor.

Müziklerin hepsi güzel ama en çok aklımda kalan duygusal olanlarıydı: Fantine “I Dreamed a Dream” ve Cosette “Castle on a Cloud”. Eponine’in sesi çok güzeldi, meğer şarkıcıymış J

Hala görmediyseniz kaçırmayın derim…

Kelebeğin Rüyası


 
Bu aralar gittiğim filmlerin hepsi hüzünlüymüş onu fark ettim şimdi. İtiraf etmek gerekirse ben bu filmde hiç ağlamadım ama ağlayanları duydum. Konu derseniz, bana göre uzun zaman hatırda kalacak kadar çarpıcı değil,  ama bir dönemi yansıtması açısından bu ay izlediğim diğer iki film gibi bu da bir miktar belgesel niteliği taşıyor. Oyunculuklar harika, Mert Fırat mı Kıvanç Tatlıtuğ mu daha iyi karar veremiyorum. İkisi de mükemmeldi. Renkler, kostümler, dekorlar çok güzel ve filmin konusu hüzünlü de olsa karakterlerin mutluluğundan dolayı film rengarenk. Dönem filmlerine ilgi duyanlar kaçırmasın.

Bembeyaz bir film




 

Sarıkamış- Eve Dönüş
Beyaz beyaz bembeyaz… Bu filmi izlerken beyazlıktan sıkılabilirsiniz. Ama o duygu aslında filmin gerekliliği… Yine tarihe dokunan bir film ve bize savaşı göstermese de kısa bir kesidini gösteriyor. Ölüm ve terk edilmişlik yürek acıtıyor. Filmin sahnesi bembeyaz ve durağan, konusu da yavaş, ama o yoklukta bile ben gerilim ve heyecanı son ana kadar yaşadım. Amerikan filmlerindeki hayatta kalma mücadelesinin daha gerçekçi bir versiyonu…


Twice Born



Film çok yeni değil ama ben daha yeni izleyebildim. Penelope Cruz, Emile Hirsch’in yanı sıra bizden de Saadet Işıl Aksoy’un oynadığı film, bugün ile geçmiş arasında geçişlerle sürüyor. Filmin başrolündeki Gemma (P.Cruz), oğlunu da alıp Bosna’ya gelmiş, geçmiş anılarına doğru bir yolculuk yapmaktadır. Bosna Savaşı sırasında yaşanan büyük bir aşkı, arkadaşlıkları ve dramı anlatan filmden ben çok etkilendim. Saadet Işıl Aksoy, taşıyıcı anne rolüyle çok başarılı; diğer oyuncuların da oyunculukları mükemmel… Çok mutlu bir film değil belki ama tek kelimeyle çarpıcı olarak özetleyebilirim. Kimi zaman İtalya’ya kimi zaman Bosna’ya gidiyor film. Yakın tarihin büyük ayıbı Bosna savaşını unutturmaması açısından da ayrıca saygı duydum. Dram sevenlere tavsiye edilir J