Sayfalar

4 Eylül 2013 Çarşamba

Şirin bir haftasonu destinasyonu - Rodos

Ağustos 2013- Ramazan Bayramı tatili… Gezgin grubumuzun mini şubesi olarak bu kısa tatili bile boş geçirmeyelim dedik ve bayramın en güzel keyfi olan aile bayramlaşması bittikten sonra düştük yollara. Rota Bodrum ve Rodos… Bize beraberken her yer güzel gerçi ama Rodos’un güzelliği de bambaşkaydı. İşte başından sonuna tatlısıyla tuzlusuyla Rodos….

Rodos hatırası
 Rodos seyahatinin başı Bodrum’da başlıyor. Gideceğimiz katamaranın biletlerini haftalar önce internetten almıştık, çıktılar elimizdeydi, yurtdışı çıkış harcını da yatırmıştık, işler epey kolayladı zannediyorduk. Marinaya gelince hiç de öyle olmadığını anladık. Deli bir izdiham ve beceriksiz bir organizasyon bizi bekliyormuş.  Bodrum’dan Rodos’a giden feribot şirketi, yolcuları saatlerce güneşin altında bekletmekten ve feribotu 1 saat geç hareket ettirmekten çok da rahatsız olmadı, minimum personelle check-in işlemlerini bitirdi. Günübirlik Bodrum’dan Rodos’a gitmek isteyenlere bilgi olsun: yapmayın, çektiğiniz yola değmez. Diğer yolculara tavsiye: önceden gidin, sıra beklerken feribot kaçırmayın.
Vapur kuyruğunda başımıza güneş geçerken :P
Bodrum’dan Rodos’a cumartesi ve Pazar günleri sefer var, biz de zaten 2 günlük bir gezi planlamıştık. Bodrum Rodos Cumartesi seferi önce Simi adasına uğruyor, 2 saat kalıp devam ediyor. Simi adasının plajları meşhurmuş ama onları görecek vaktimiz olmadı. Çarşısı minik, 1 saatte gezilip görülebilecek bir yer.
Simi sokaklarında renkler harika
Simi'nin merkezi, dik yamaçlar ve deniz
Rodos’a varmadan önce katamaranda hemen bir Rodos şehir turu aldık. Alalım mı almayalım mı epey kararsız kaldık ama sonradan iyi ki almışız diyorum. Çok tatlı bir rehber eşliğinde epey bilgi edindik. Rehberimizin adı Konstantinos Panagos’tu, çok neşeli, bol bol kahkaha atan bilgili bir rehber… Bir gün bu kadar güzel kahkaha atabilir miyim diye düşündüm onu görünce J
Rodos'ta akşamüstü güneşi
Rodos’un tarihi MÖ 408’e uzanıyormuş. O gün bugündür adada hiç ara verilmeden yaşam devam etmiş. Antik zamanda 100.000 nüfusu olan bu kalabalık ada, hem ticaret hem de fikir merkeziymiş. Avrupa’nın Harvard’ı olarak bilinirmiş ve imparatorların eğitim aldıkları bir kentmiş. Dünyanın ilk astronomi üniversitesi buradaymış. Eskiden şehrin tepesinde yer alan acropolisten (acro:yüksek; polis:şehir) geriye çok az şey kalmış. Aslında antik çağdan genel olarak pek bir şey kalmamış. Çünkü tüm malzemeler daha sonra başka yapıları inşa ederken kullanılmış. 35000 kişilik stadyum kalan en büyük antik eser diyebiliriz. Heykeller ise alışıldık bir hikaye olarak Metropolitan ve Louvre müzelerine kaçırılmış.
Acropolisteki tapınaktan geriye kala kala 3 sütun kalmış
Antik Dünyanın 7 harikasından biri olan 50 mlik dev heykel de Rodos’ta limanın girişinde dururmuş. Eskiden 5 limanı olan bu kentin şimdi 3 limanı var. Kenti dev surlar çevreliyor. Bu surlar tek bir kademe değil, 3 farklı kademeden oluışuyor aralarında da derin hendekler var. Kısacası bu şehri fethetmek hiç de kolay değilmiş. Duvarlar geçit verecek gibi değil, tüm sur boyunca 7 adet giriş var. Surlarla çevrelenmeyen tek kısım liman kısmıymış ki orayı da kuleler korurmuş.
Dev surlar ve aralarındaki yemyeşil hendekler
Fatih Sultan Mehmet, o zamanlar şövalye hakimiyetinde olan burayı fethedememiş. İkinci girişim ise Kanuni’den gelmiş. Aslında o da fethedememiş ama 6 ay boyunca kuşatmış. Sonunda Aralık ayında şövalyeler kenti teslim etmişler.
Şövalye evlerinin olduğu cadde. Yanyana farklı milletlerin locaları var.
Bu şövalyeler kimmiş peki?
St.John şövalyeleri 7-8 farklı milletten gelirlermiş. Farklı milletlerden geldikleri için farklı locaları varmış ki, bugün hala Rodos’ta yan yana halde, toplandıkları İspanyol evi, İtalyan evi vb şövalye evleri duruyor. Bir de hastaneleri… Bu şövalyelerin asıl amacı 900 yıl önce Kudüs’e giden hacıları korumakmış, ama orada onlara ihtiyaç kalmayınca önce Akka, sonra Kıbrıs, oradan kovularak Rodos ve en son Malta’ya gitmişler. Aslında her an ana kara Avrupa’ya dönmeleri mümkün olan bu şövalyeler, bunu değil başına buyruk olmayı ve denizlerde korsanlık yapıp gelir elde etmeyi tercih etmişler. Internette bu şövalyelere ait epey bilgi var ve çok ilginç. Benim burada aktardıklarım, sadece rehberin anlattığı kadarıyla Rodos’u ilgilendiren özeti…
Bu da Rodos'taki Süleymaniye camii
Bu da başka bir camii-Sokrates caddesi
Osmanlılar adayı alınca burada camiler inşa etmişler ve bugün o camiler duruyor. Süleymaniye camii (1523) en büyüğü, bakım zorluğu nedeniyle ziyarete kapalı. İbrahim paşa camii ise bayram namazlarında açık oluyormuş. Ortaçağ’dan kalma şövalye evleri ile Osmanlı kütüphanelerini; camiler ile taş kiliseleri yan yana görmek çok ilginç bir duygu. Rodos’u da cazip yapan da, uyum içinde yıllardır kavgasız gürültüsüz yaşayan bu çeşitliliği olmalı diye düşünüyorum.
Cami-şövalye heykeli-kilise aynı karede. Ben buna uyum diyorum, ya siz?
Rodos’ta adım başı Türk’e rastlamak mümkün. Turist olarak da yerli olarak da… “Memleket neresi” sorusuna onlar Rodos diyorlar. “Evet; ama gerçek memleket neresi” dediğinizde de hep buralıydık diyorlar. Has be has Rodoslular yani…  Bizi çok sevgiyle karşıladılar. Aklımıza gelen ikinci soru da şu oldu: “Burada size farklı davranıyorlar mı?” Malum, Yunan hakimiyetinde bir adada hem Türk hem Müslüman olmak belki zor olabilir… Soru bile anlamsız geldi sanırım sorduğumuz kişiye,"yoo neden farklı davransınlar ki", dedi.
Süleyman amca bize gönüllü rehber oldu.Kendisi ingilizce, italyanca, yunanca ve türkçe biliyor.
Sokakta karşılaştığımız Süleyman amca bize biraz anlattı Türk nüfusunu. Eskiden 3500 civarında Türk, kale içinde, eski şehirde yaşıyormuş. Süleyman amca da bir şövalye evinde yaşıyor, kapısında arması olan bir taş binada. İtalyanlar gelmeden önce Türkler kalenin kapılarını da kilitlerlermiş akşamları, sonra bu alışkanlık bitmiş. Bugün ise ölenlerin/gidenlerin yerine buraya yeni insan gelmiyor, bakımsız kalan yıkık evleri çeşitli milletlerden insanlar satın alıyormuş. Eskisi kadar homojen değilmiş. Güzel taş evleri görünce buradan bir ev alsak mı diye düşünmedik değil J
Sevimli taş sokaklar

Rodos’u Rodos yapan, altyapısıyla, restorasyonuyla var edenin İtalyanlar olduğunu ekleyerek yakın tarihe doğru devam edelim. Osmanlılardan sonra ada 1912-1943 arasında İtalyanlara verilmiş. İtalyanlar, meşhur estetik mimari ve şehircilik yaklaşımlarıyla adayı düzenlemiş toparlamış, imarını yapılandırmışlar. O zamana kadar şehircilik gelişmemiş adada.
Daha sonra ise İtalyanlar gitmişler, ikamet eden İtalyanlar da vatandaşlıktan birini seçmeleri gerektiğinden İtalyan olmayı Rodoslu olmaya tercih etmişler. İngilizler ve Birleşmiş Milletler kısa süreliğine yönetimi almış. 1948’de ise ada Yunanlılara geçmiş.
Adanın en meşhur caddesi Sokrates caddesi. Orada tam anlamıyla alışveriş canavarı olabilirsiniz. Takılar, deri ürünler, uzo ve likör çeşitleri, hediyelikler ve ev tekstili ilk aklıma gelen ürünler.
Bir meydan papağan doluydu, neden bilmiyorum. Çocuklar mutluluktan delirdi :)
Sokağın neredeyse sonuna yaklaşırken, rehberimizin bize önerdiği restoranın da tabelası karşımıza çıktı. Restoranın adı Lefteras. Yerli halkın gittiği bir restoranmış ve yemekleri meşhurmuş. Peki bizi orada kim karşıladı dersiniz? Tatlı mı tatlı bir insan: Nurcihan. Oranın sahibiymiş ve bizi leziz yemekleriyle ve güzel sohbetiyle ağırladı. En güzel anılarımızdan biri onu tanımak oldu. Cacikisinden, grek salatasına, patlıcanlı domatesli yemeğinden, revanisine dört dörtlük yemek yedik.

Nurcihan'la beraber, Taverna Lefteras'da
Rehberin diğer tavsiyesine Bzanias- Nyrea’ya gidemedik, İbrahim paşa camiinin yanındaymış, o da bir dahakine kalsın artık :P
Rodos gecesi ise ayrı zevkli! Bir kere mutlaka Sokrates caddesinden, içerideki küçük sokaklara dalmak lazım… Asmalımescit gibi, tüm gençlerin ayakta sıkış tepiş takıldığı, her yerden müzik sesleri gelen, güzel giyimli kızlar ve erkeklerin sokaklarda dansettiği daracık sokaklardan bahsediyoruz. Bodrum’daki barlar sokağına benzetebiliriz.
Gündüz ise plajları keşfe çıkmalı. Yunanistan’ın her yerinde plajlar bedavaymış, sadece şemsiye/şezlonglara para ödüyormuşsun. Türkiye’ye, özellikle yazın şehrin yerlisi dahil, herkesin kesesine büyük delik açan Çeşme beach’lerine duyurulur. Kamunun denizini parselledikleri için mecburen o güzelim koylara, hafta içi minimum 35TL vererek giren bir İzmirli olarak, acilen Yunanistan’ı örnek alalım diyorum.
Kalithea Terme
Oraya daha önce giden arkadaşların tavsiyelerine uyup Kalithea plajını keşfe çıktık. Tıngır mıngır, yerli halkla beraber belediye otobüsüyle yarım saatte vardık plaja… Girişte 3 euro ödedik. Öğrenciye 2 euro. İçerisi gayet güzel düzenlenmiş, şezlonguyla, duşuyla, koltuklarıyla tertemiz bir tesis. Deniz havuz gibiydi, berrak ve dümdüzdü. İçeridekiler çok düzgün bir kitleydi, turist azdı. Yakışıklılık endeksi tavan yapmıştı, yazmadan edemeyeceğim :) 
Ama beni daha çok etkileyen, bu kadar güzel bir tesiste, hiç kimse tarafından yemeye içmeye zorlamadan rahat etmek oldu. Büyük bir keyifle frappe’lerimizi yudumladık o ayrı; ama yaz aylarında, eline geçen her fırsatı “turist yolma” etkinliğine dönüştüren Çeşme’den sonra bana epey farklı geldi.

Rodos’u uzun uzun anlatıyorum ama toplamda sadece bir hafta sonu kalabildik. Bizim için çok güzel bir tatil oldu; tekrar gelmek üzere adadan ayrıldık. Marmaris ve Bodrum’dan bu kadar yakın olduğunu bilseydik belki de çok daha önce giderdik, kimbilir…

Taş sokaklarıyla bizi Ortaçağ zamanında bir filmde hissettiren bu adada, hem gece hem gündüz güzel anılarımız oldu. Yolda ve adada çok iyi insanlarla tanıştık, sohbet ettik, güler yüzle ağırlandık ve bol bol yemek yedik J

Bu güzel adaya gideceklere şimdiden iyi yolculuklar J

0 yorum:

Yorum Gönder