Ağustos
2013- Ramazan Bayramı tatili… Gezgin grubumuzun mini şubesi olarak bu kısa
tatili bile boş geçirmeyelim dedik ve bayramın en güzel keyfi olan aile
bayramlaşması bittikten sonra düştük yollara. Rota Bodrum ve Rodos… Bize
beraberken her yer güzel gerçi ama Rodos’un güzelliği de bambaşkaydı. İşte
başından sonuna tatlısıyla tuzlusuyla Rodos….
Rodos hatırası |
Rodos
seyahatinin başı Bodrum’da başlıyor. Gideceğimiz katamaranın biletlerini
haftalar önce internetten almıştık, çıktılar elimizdeydi, yurtdışı çıkış
harcını da yatırmıştık, işler epey kolayladı zannediyorduk. Marinaya gelince
hiç de öyle olmadığını anladık. Deli bir izdiham ve beceriksiz bir organizasyon
bizi bekliyormuş. Bodrum’dan Rodos’a
giden feribot şirketi, yolcuları saatlerce güneşin altında bekletmekten ve
feribotu 1 saat geç hareket ettirmekten çok da rahatsız olmadı, minimum
personelle check-in işlemlerini bitirdi. Günübirlik Bodrum’dan Rodos’a gitmek
isteyenlere bilgi olsun: yapmayın, çektiğiniz yola değmez. Diğer yolculara
tavsiye: önceden gidin, sıra beklerken feribot kaçırmayın.
Vapur kuyruğunda başımıza güneş geçerken :P |
Bodrum’dan
Rodos’a cumartesi ve Pazar günleri sefer var, biz de zaten 2 günlük bir gezi
planlamıştık. Bodrum Rodos Cumartesi seferi önce Simi adasına uğruyor, 2 saat
kalıp devam ediyor. Simi adasının plajları meşhurmuş ama onları görecek
vaktimiz olmadı. Çarşısı minik, 1 saatte gezilip görülebilecek bir yer.
Simi sokaklarında renkler harika |
Simi'nin merkezi, dik yamaçlar ve deniz |
Rodos’a
varmadan önce katamaranda hemen bir Rodos şehir turu aldık. Alalım mı almayalım
mı epey kararsız kaldık ama sonradan iyi ki almışız diyorum. Çok tatlı bir
rehber eşliğinde epey bilgi edindik. Rehberimizin adı Konstantinos Panagos’tu,
çok neşeli, bol bol kahkaha atan bilgili bir rehber… Bir gün bu kadar güzel
kahkaha atabilir miyim diye düşündüm onu görünce J
Rodos'ta akşamüstü güneşi |
Rodos’un
tarihi MÖ 408’e uzanıyormuş. O gün bugündür adada hiç ara verilmeden yaşam
devam etmiş. Antik zamanda 100.000 nüfusu olan bu kalabalık ada, hem ticaret
hem de fikir merkeziymiş. Avrupa’nın Harvard’ı olarak bilinirmiş ve imparatorların
eğitim aldıkları bir kentmiş. Dünyanın ilk astronomi üniversitesi buradaymış.
Eskiden şehrin tepesinde yer alan acropolisten (acro:yüksek; polis:şehir) geriye
çok az şey kalmış. Aslında antik çağdan genel olarak pek bir şey kalmamış.
Çünkü tüm malzemeler daha sonra başka yapıları inşa ederken kullanılmış. 35000
kişilik stadyum kalan en büyük antik eser diyebiliriz. Heykeller ise alışıldık
bir hikaye olarak Metropolitan ve Louvre müzelerine kaçırılmış.
Antik Dünyanın 7 harikasından biri olan 50
mlik dev heykel de Rodos’ta limanın girişinde dururmuş. Eskiden 5 limanı olan
bu kentin şimdi 3 limanı var. Kenti dev surlar çevreliyor. Bu surlar tek bir
kademe değil, 3 farklı kademeden oluışuyor aralarında da derin hendekler var.
Kısacası bu şehri fethetmek hiç de kolay değilmiş. Duvarlar geçit verecek gibi
değil, tüm sur boyunca 7 adet giriş var. Surlarla çevrelenmeyen tek kısım liman
kısmıymış ki orayı da kuleler korurmuş.
Acropolisteki tapınaktan geriye kala kala 3 sütun kalmış |
Dev surlar ve aralarındaki yemyeşil hendekler |
Fatih
Sultan Mehmet, o zamanlar şövalye hakimiyetinde olan burayı fethedememiş.
İkinci girişim ise Kanuni’den gelmiş. Aslında o da fethedememiş ama 6 ay
boyunca kuşatmış. Sonunda Aralık ayında şövalyeler kenti teslim etmişler.
Şövalye evlerinin olduğu cadde. Yanyana farklı milletlerin locaları var. |
Bu
şövalyeler kimmiş peki?
St.John
şövalyeleri 7-8 farklı milletten gelirlermiş. Farklı milletlerden geldikleri
için farklı locaları varmış ki, bugün hala Rodos’ta yan yana halde, toplandıkları
İspanyol evi, İtalyan evi vb şövalye evleri duruyor. Bir de hastaneleri… Bu
şövalyelerin asıl amacı 900 yıl önce Kudüs’e giden hacıları korumakmış, ama
orada onlara ihtiyaç kalmayınca önce Akka, sonra Kıbrıs, oradan kovularak Rodos ve en son Malta’ya gitmişler. Aslında her an ana kara Avrupa’ya dönmeleri
mümkün olan bu şövalyeler, bunu değil başına buyruk olmayı ve denizlerde
korsanlık yapıp gelir elde etmeyi tercih etmişler. Internette bu şövalyelere
ait epey bilgi var ve çok ilginç. Benim burada aktardıklarım, sadece rehberin
anlattığı kadarıyla Rodos’u ilgilendiren özeti…
Bu da Rodos'taki Süleymaniye camii |
Bu da başka bir camii-Sokrates caddesi |
Osmanlılar
adayı alınca burada camiler inşa etmişler ve bugün o camiler duruyor.
Süleymaniye camii (1523) en büyüğü, bakım zorluğu nedeniyle ziyarete kapalı.
İbrahim paşa camii ise bayram namazlarında açık oluyormuş. Ortaçağ’dan kalma
şövalye evleri ile Osmanlı kütüphanelerini; camiler ile taş kiliseleri yan yana
görmek çok ilginç bir duygu. Rodos’u da cazip yapan da, uyum içinde yıllardır
kavgasız gürültüsüz yaşayan bu çeşitliliği olmalı diye düşünüyorum.
Cami-şövalye heykeli-kilise aynı karede. Ben buna uyum diyorum, ya siz? |
Rodos’ta
adım başı Türk’e rastlamak mümkün. Turist olarak da yerli olarak da… “Memleket
neresi” sorusuna onlar Rodos diyorlar. “Evet; ama gerçek memleket neresi”
dediğinizde de hep buralıydık diyorlar. Has be has Rodoslular yani… Bizi çok sevgiyle karşıladılar. Aklımıza gelen
ikinci soru da şu oldu: “Burada size farklı davranıyorlar mı?” Malum, Yunan
hakimiyetinde bir adada hem Türk hem Müslüman olmak belki zor olabilir… Soru bile anlamsız geldi sanırım sorduğumuz kişiye,"yoo neden farklı
davransınlar ki", dedi.
Süleyman amca bize gönüllü rehber oldu.Kendisi ingilizce, italyanca, yunanca ve türkçe biliyor. |
Sevimli taş sokaklar |
Rodos’u
Rodos yapan, altyapısıyla, restorasyonuyla var edenin İtalyanlar olduğunu
ekleyerek yakın tarihe doğru devam edelim. Osmanlılardan sonra ada 1912-1943
arasında İtalyanlara verilmiş. İtalyanlar, meşhur estetik mimari ve şehircilik
yaklaşımlarıyla adayı düzenlemiş toparlamış, imarını yapılandırmışlar. O zamana
kadar şehircilik gelişmemiş adada.
Daha sonra ise İtalyanlar gitmişler, ikamet
eden İtalyanlar da vatandaşlıktan birini seçmeleri gerektiğinden İtalyan olmayı Rodoslu
olmaya tercih etmişler. İngilizler ve Birleşmiş Milletler kısa süreliğine
yönetimi almış. 1948’de ise ada Yunanlılara geçmiş.
Adanın
en meşhur caddesi Sokrates caddesi. Orada tam anlamıyla alışveriş canavarı
olabilirsiniz. Takılar, deri ürünler, uzo ve likör çeşitleri, hediyelikler ve
ev tekstili ilk aklıma gelen ürünler.
Bir meydan papağan doluydu, neden bilmiyorum. Çocuklar mutluluktan delirdi :) |
Nurcihan'la beraber, Taverna Lefteras'da |
Rodos
gecesi ise ayrı zevkli! Bir kere mutlaka Sokrates caddesinden, içerideki küçük
sokaklara dalmak lazım… Asmalımescit gibi, tüm gençlerin ayakta sıkış tepiş
takıldığı, her yerden müzik sesleri gelen, güzel giyimli kızlar ve erkeklerin sokaklarda
dansettiği daracık sokaklardan bahsediyoruz. Bodrum’daki barlar sokağına
benzetebiliriz.
Gündüz
ise plajları keşfe çıkmalı. Yunanistan’ın her yerinde plajlar bedavaymış,
sadece şemsiye/şezlonglara para ödüyormuşsun. Türkiye’ye, özellikle yazın
şehrin yerlisi dahil, herkesin kesesine büyük delik açan Çeşme beach’lerine
duyurulur. Kamunun denizini parselledikleri için mecburen o güzelim koylara,
hafta içi minimum 35TL vererek giren bir İzmirli olarak, acilen Yunanistan’ı
örnek alalım diyorum.
Kalithea Terme |
Oraya
daha önce giden arkadaşların tavsiyelerine uyup Kalithea plajını keşfe çıktık.
Tıngır mıngır, yerli halkla beraber belediye otobüsüyle yarım saatte vardık
plaja… Girişte 3 euro ödedik. Öğrenciye 2 euro. İçerisi gayet güzel
düzenlenmiş, şezlonguyla, duşuyla, koltuklarıyla tertemiz bir tesis. Deniz
havuz gibiydi, berrak ve dümdüzdü. İçeridekiler çok düzgün bir kitleydi, turist azdı. Yakışıklılık endeksi tavan yapmıştı, yazmadan edemeyeceğim :)
Ama
beni daha çok etkileyen, bu kadar güzel bir tesiste, hiç kimse tarafından
yemeye içmeye zorlamadan rahat etmek oldu. Büyük bir keyifle frappe’lerimizi yudumladık
o ayrı; ama yaz aylarında, eline geçen her fırsatı “turist yolma” etkinliğine
dönüştüren Çeşme’den sonra bana epey farklı geldi.
Rodos’u
uzun uzun anlatıyorum ama toplamda sadece bir hafta sonu
kalabildik. Bizim için çok güzel bir tatil oldu; tekrar gelmek üzere adadan ayrıldık.
Marmaris ve Bodrum’dan bu kadar yakın olduğunu bilseydik belki de çok daha önce
giderdik, kimbilir…
Taş
sokaklarıyla bizi Ortaçağ zamanında bir filmde hissettiren bu adada, hem gece
hem gündüz güzel anılarımız oldu. Yolda ve adada çok iyi insanlarla tanıştık,
sohbet ettik, güler yüzle ağırlandık ve bol bol yemek yedik J
Bu
güzel adaya gideceklere şimdiden iyi yolculuklar J
0 yorum:
Yorum Gönder