Plan şuydu: Madrid’e inilecek, otobüsle Sevilla’ya geçilecek; 2 gün Sevilla, 2 gün Granada, 2 gün Cordoba ve sonra tekrar kuzeye çıkıp Madrid’den dönülecek. İlk üç gün kardeşim Pınar’la, sonra tek başıma. Endülüs’e koşturmacasız, yavaş zamanlar yakışırdı.
Endülüs gezimle ilgili anlatacaklarım umarım oraları ziyaret etmek isteyenler için de küçük bir rehber görevi görür, keyifle okumanız dileğiyle...
Sevilla
711 yılında Tarık Bin Ziyad önderliğinde Kuzey Afrika’dan İspanya’ya geçen Müslümanlar, Endülüs adını verdikleri bu topraklarda, 800 yıl sürecek uzun bir hükümdarlığı başlatmışlar. 12. yy’da Sevilla ve Cordoba; 15. Yy’da (Hristiyan krallar Isabel ve Ferninand dönemi) Granada’nın düşmesine kadar, Müslüman Mağribi halkı İspanya’da hakimiyetini sürdürmüş; mimari ve süsleme sanatlarının yanı sıra matematik ve bilimde iz bırakmış. İslamiyet hakimiyetinin bitmesinin ardından bile Müslüman zanaatkarlar (Mudejar) ahşap, alçı ve taş işçiliklerini devam ettirmiş.
Alcazar sarayı da işte bu Mudejar mimarisinin eşsiz bir örneği. Saraya girdiğinizde kendinizi bir Binbir Gece Masalı’nda hissediyorsunuz. Büyüleyici mimarisi, kocaman havuzları, avluları; geometrik mozaikleri, kaligrafik yazılarla bu sarayda hayat, 14. yy’ da donmuş gibi. Terracotta saksıların içindeki rengarenk çiçekleri, pencereleri saran begonvilleri, o sıcakta ilaç gibi gelen ağaç gölgelerini saymıyorum bile.
Alcazar Sarayı
Granada
Granada’da teteria adı verilen nargile salonları
Şehrin ünlü sarayı Elhambra, Nasri Sultanları’nın döneminde yapılmış. Süslemeleriyle, ahşap, alçı ve seramik işçiliği ile bir mücevher gibi. Bundan başka bir de yazlık bir saray var ki -bahçeleriyle ünlü bu mekana Generalife (cennet bahçesi) deniyor- rengarenk güllerle, merdivenlerden akan sularla, fıskiyeli büyük havuzlar ve geniş avlularla olan bu bölüm yeryüzünde bir cenneti andırıyor.
Elhambra Sarayı
Granada’da bir akşamüzeri gezerken, bir baktım ki ihtişamlı büyük bir taş kapı, sanki Selçuklu kapısı gibi… Merak edip içeri girdim. Bir sahne kurulmuş ve bir DJ prova yapıyor. DJ’e sorunca akşam orada İspanyol dans ve müzikleri gösterisi olduğunu söyledi, davet etti. Akşam söylenen saatte oradaydım. Meğer gösteri Halk Eğitim Merkezi’nin kapanış gösterisiymiş. Seyircilerin içinde hiç turist yoktu. Dahası seyirciler, sahneye çıkanların aile fertlerinden oluşuyordu. Bir yaşlı amcanın yanına oturdum ve hayatımın en neşeli gösterilerinden birini o gece izledim. Sahneye atlayıp annesinin kucağına oturan çocuklar mı, devamlı laf atan amcalar mı dersiniz! Her şey, herkes o kadar rahattı ki. Yabancı olduğumu anlayınca çevremdekiler de benimle çok ilgilendiler, gururla sahnedeki yakınlarını gösterdiler. Granada’da insanların yüzü gülüyor, yolunuz düşerse buna özellikle dikkat edin. Şehirde görünür bir mutluluk var, bunu yerel rehber Carmen’e sorunca şöyle dedi: “Gülümsemek bedava. Hayatımızda ne olursa olsun, çevremize en azından bu bedava hediyeyi vermek isteriz”.
Granada’da tesadüfen keşfettiğim neşeli gösteri
Şirin hostelime yerleşir yerleşmez kendimi şehre attım. Bir şehir bu kadar mı sevimli olur? Küçücük ama huzurlu, güneşli ve sakin.
Sakin Cordoba sokakları
Cordoba’da çiçekli avlular
Cordoba’ya gidince neler görülür? Vaktiniz varsa Arap Banyoları ve Cordoba Alcazar Bahçeleri, ama en önemlisi tabii ki Mezquita. Kolon ve kemerlerle dolu uçsuz bucaksız bir orman gibi mekanın içi. Ferah bir sonsuzluk hissi veriyor. İçine konulan katedral ve daha karanlık olması için örülen duvarlar, mekânın orijinal yapısını, ışık düzenini bozmuş ama Mezquita hala bir şaheser. Serin, sessiz ve huzurlu bu mekânda, öğlenin en sıcak saatlerini atlatıyorum.
Avrupa topraklarında hala yaşayan, korunan sanatıyla, şehir dokusu ve doğasıyla Endülüs gerçekten görülmesi gereken bir coğrafya… Yazımı burada bitirirken, Endülüs’ü sadece yazarak anlatmanın mümkün olmadığını eklemek isterim. Ancak beş duyuyla fark edilerek yaşanabilir Endülüs. Bir bahar ziyaret etmeniz dileğiyle…
0 yorum:
Yorum Gönder